top of page

Hayır demeyi öğrenmek: Yaşamı Evetlemek


💭 Hayır diyebilmeyi öğrendiniz mi? Yoksa hala -benim gibi, hayır demekte zorlanıyor musunuz?


Belki de sebebi “neye hayır dememiz gerektiğinden emin olamamak”tır.


Son zamanlarda sıkça duyduğumuz kişisel gelişim tavsiyelerinden biri “hayır demeyi öğrenmek”. Hatta ben de “Olan Biteni Kaçırma Keyfi” adlı kitaptan söz ettiğimde ve bazı podcastlerde buna gönderme yapmıştım. Bir şeylere hayır diyebilmek, hayatımızda kendimize alan açtığımız müthiş bir farkındalık süreci ve kendimizle geçirdiğimiz nitelikli zamanlara ve kendi hayatımızı yaratım sürecimize işaret ediyor. Ama yine de yapması kolay değil ve ben de çoğunlukla zorlanıyorum. Aslında bunu başaramayışımızın önemli bir nedeni, nerede hata yaptığımızı ya da bunun gerçek nedenlerini görmeden, hap tavsiyeler üzerinden bir şeyleri reddetmeye kendimizi zorlamaktan doğuyor. Sonucu değiştirmeyen, fakat sürecin içinde ezbere davranışlarla kendimizi sabote ettiğimiz başka bir döngü yaratıyoruz böyle olduğunda.



 


Peki neden hayır demekte zorlanıyoruz?


Çoğunlukla hiç istemediğimiz halde bir şeyleri geri çevirip de hayır diyemeyişimizin nedeni, yetiştirilme tarzımızın herkesi memnun etmek üzerine kurulmuş olması. Bu konuyu, bir önceki yazımda daha detaylı ele almıştım. Bu, oldukça sınıfsal bir konu ve elbette bunun kültürel etkileri olarak da büyürken öğrendiğimiz “daimi iyilik” öğretilerinden kaynaklanıyor. Böyle bir çocukluk çağının ardından, neyi isteyip istemediğimizi, dahası neye gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını anlayamadan yaşayıp gidiyoruz. Yani, aslında asıl sorun “neye hayır demek isteyip istemediğimizi” dahi bilmiyor olmak. Bu, bir yönüyle “kendimizi tanımıyoruz” demek. Ama üzülmeyin, yalnız değilsiniz. Dahası, hayatımızın geri kalanında böyle devam etmek zorunda değiliz.


Üstelik, çağımızın sorununun “özgürlük” kisvesi altındaki satın aldırma tekniklerini de görmezden gelmemek lazım. Kafamızı nereye çevirsek, bizde olmayan bir ürünün reklamıyla karşılaşıp, kendimizi o eksikliği gidermek zorunda hissediyoruz. Ya “parası neyse verelim, geri kalmayalım” diyoruz ya da paramız yoksa zaten geride kalmış hissediyoruz kendimizi. Ama durun, fark ettiniz mi? Gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını ya da isteyip istemediğimizi bilmiyoruz hala? Belki de en önemli detayı kaçırıyoruz.


Hayır diyemeyişimizin bir nedeni de evrimsel olarak, yakınlık duyduğumuz 150 kişilik kabilelerde yaşarken epey işimize yarayan, “topluluğa uyum sağlama” ve topluluğumuz tarafından kabul görme ihtiyacından kaynaklanıyor. Beynimiz milyonlarca yıl süren insanlık anlatısına göre, bu koşullara uyacak şekilde evrimleşti. Fakat bugün, güne başlar başlamaz, elimize telefonu alınca sonsuz bir veri akışına maruz kalıp milyonlarca insanla bir arada olduğumuzu görüyor ve her birine uyum sağlamaya çalışıyoruz. Özellikle sosyal medya etkisi bu konuda çok belirleyici. Sosyal medyada herkes en şahane anlarını paylaşır, ama her insanın hayatında eksiklikler, yolunda gitmeyenler vardır. Varoluşsal kaygı hepimizin ortak derdi, fakat bunlar görünür kılınmıyor. Çünkü yine bir toplumsal baskı olarak, her daim güler yüzlü, güçlü ve mutlu-iyi görünmeliyiz. Çünkü bu dünyada zayıflara yer yok! -keşke böyle olmasaydı, ve bunu eleştirelim lütfen sık sık…


Hal böyle olunca, biz gördüğümüz şeylere otomatik bir inanç geliştirip eksik ya da geride kalmış hissediyoruz kendimizi. Dolayısıyla “herkes ne yapıyorsa ben de onu yapmalıyım” diyerek sürünün peşinde hızlıca akıp giden kaosa kapılmaya devam ediyoruz. 

Bu durumda: Hayır diyemedik. Çoğunlukla yersiz masrafa girdik (maddi-manevi). En sonunda da tatminsizlikten kıvranmaya başladık, çünkü bizi mutlu hissettirecek olan gerçek anlamlardan uzak şeylerin peşinde kaybolduk.


Adına FOMO (Fear of Missing Out - Bir şeyleri kaçırma korkusu) dedikleri yeni dönem bir hastalık adı bile var artık. Tam da az önce anlattığım şeyi söylüyor: Olan biten her şeye hakim olma ve böylece topluluğumuz tarafından kabul görme, sevgilerini ve saygılarını kazanma ihtiyacından doğan bir kronikleşmiş korku. Fakat, bu yeni bir hastalık değil. Daha çok içinde yaşadığımız kültür ve neoliberal propaganda (tüketimcilik) dolayısıyla maruz kaldıklarımızın bir yan etkisi olan bir dizi semptomdan bir tanesi. Çünkü, aslında hasta değiliz, zihnimiz alışkın olmadığı şeylerle karşılaştığı için tepki gösteriyor ve çoğunlukla “anksiyete” dediğimiz şey de buna dahil. 150 kişilik kabile kapasitesinde evrimleşmiş bir homosapien zihnine fazla geliyor yani bu durum. Sistem bu anksiyete nöbetleri yüzünden, bir süre sonra tarayıcıda üst üste açık kalmış sekmeler gibi, kasmaya başlıyor.



Hayır’ın önemi: “Yaşamı Evetlemek”




Hayır diyebilmek, kendi sınırlarımızı korumak için önemli. Ama gördüğümüz gibi birçok sebepten de bunu başaramıyoruz. Bunun alternatifi, neye evet diyeceğimize odaklanmak olabilir.

Negatif olan hakkında düşünmeye başladığımızda stres hormonu salgıladığımız için zaten otomatik olarak “hayır”lar gündeme geldiğinde kendimizi kötü hissediyoruz. Bu anlarda da sakince durup bir karar vermemiz gerekiyor. Dünya beklemiyor ama, hayat hızlıca akmaya devam ediyor. Bununla baş etmek, aslında gerekli. Ama, en azından geçiş süreci olarak, yani “hayır diyebilme” alışkanlığı kazanırkenki süreçte yatıştırıcı bir yöntem olarak, neye evet diyeceğimize odaklanabiliriz. Bakış açısını değiştirmek, beklediğinizden fazla işe yarayacaktır (nereden biliyorsun, diye sormayın 🥲


Nietzsche’nin “yaşamı evetlemek” formülünden yararlanabiliriz:

 

👉🏻F. Nietzsche, “yaşamı evetlemek” kavrayışıyla bengidönüş olarak adlandırdığı felsefesini ortaya koyar. Tam olarak, bu ifadeyi benim burada kullandığım şekilde kullanmaz. Nietzsche için bu türde bir evetlemek, tüm olan bitene rağmen yaşamı kucaklamak demek. Dünyaya ve tam da şu anda içinde olduğun aynı hayata tekrar geldiğinde bile tam da bu hayatı yaşamı isteyebilecek kadar yaşamla dolu olmak, yaşantını sevmek’ten söz eder.


* Bu anlamda, konumuzdan çok uzak değil elbette. Fakat, bu çok daha derinlikli bir konu. Bunun hakkında detaylı bilgi isterseniz, belki bir blog metni de bu konuda yazabilirim.


Yaşamı evetlemek, “kendi yaşantım” ya da “benim hikayem” dediğin anlatıya neyi dahil edip etmeyeceğini seçmekle, ama bütün olarak yaşamı kucaklamakla ilgili bir düşünce.


Yaşamı evetlemek, hayatımızda yer almasını istediklerimiz ya da hayatımızda olmalarına ihtiyaç duyduğumuz insanlara, işlere, ilişkilere ya da meta ürünlere (tüketim nesnesi eşyalara) odaklanarak, vaktimizi ve enerjimizi onlara ayırmaya odaklanmak demek.

Böylece, biz “evet”lediklerimizle birlikte, zaten başka şeyleri de “hayır”larla uğurlamış oluyoruz. Çünkü her şeye aynı anda sahip olamayız.


👉🏻 Bu, mantıksal olarak da böyledir:

Bir şeye evet dediysek, onun hayır olan karşılığını geri çevirmişizdir ya da alternatifler elbette yaratılabilir; ama önceliği neye evet dediğine odaklamak, hayır’ları elemeyi kolaylaştıracaktır.


📌 Örneğin, yoğun bir iş gününün ardından eve kendini zor atıp, sadece kendine zaman ayırmak isterken ve buna evet, demeye gönlün varken, tam da o anda çalan telefon ve gelen teklifi reddetmek aslında arayan kişiyi reddetmek, anlamına gelmese de o anda başka bir şeyle ilgilenmeye vakit ayırmaya “hayır” demektir. Bu durumda, kendimize evet derken başkasına “hayır” demiş sayılmayız. Başka bir gün, o teklifi beklemek yerine, karşı tarafa sunabiliriz. Dolayısıyla, aslında bir şeye “o an için hayır demek” hayat boyu ondan muaf olmak, demek değildir. Bağlamına göre düşünmeyi öğrenebilirsek, bu bakış açısı bence işe yarar bir çözüm, gibi görünüyor.


Bunun için, elbette insanın kendini tanıması, kendisiyle zaman geçirmesi gerekiyor. Yani yine bir yerlere gitmeyi, birileriyle görüşmeyi, bazı işlere koşturmayı ya da tüketim nesneleri karşısında tükenmeyi reddetmek (mesela Netflix and chill (bu reklama girmiyordur herhalde?) ve “hayır” diyebilmek de gerekiyor.


Yine aynı döngüye sıkışıp durmak yerine, böyle anlarda durun ve başkasına hayır demiş olmak hakkında düşünmek yerine “kendime zaman ayırmaya evet diyorum!” demeyi deneyin. Bu formül bende çalışıyor, birçok insanda da çalıştığı gibi. Umarım sizde de işe yarar sonuçlar yaratır.


✍🏼 Deneyen bana yazsın, bekliyorum dönüşleri


 


🌀 Bende ne var ne yok?


Son günlerde, zaman geçtikçe her hafta, bir öncekinden daha kaotik ve yorucu geçiyormuş gibi gelmeye başladı. Bilmiyorum, sizde de öyle mi? Ama sanırım Türkiye’nin politik koşullarının, her gün maruz kaldığımız akıldışı haberlerin ve içine sıkıştığımız hallerin kolektif bir yorumu gibi geliyor bu durum bana. Ama, elbette bu durum, yaşama işine devam etmemize engel değil. Zaten mesele, zor şeyler yaşanıyorken de umutla ve heyecanla hayatı sürdürebilmekle ilgili.


Hayır diyebilmek, benim için de kendimi bildim bileli zor bir konu. 2 sene öncesine kadar, bilinçli bir seçim olarak neye evet neye hayır dediğimin farkında bile değildim. Otomatik pilotta sürükleniyordum yani.

Sonra kayıplar, terapiler, farkındalıklar, felsefi çalışmalar… derken, birçok şeye ara verip kendim üzerine düşünmeye başladım. Bu süreç sancılıydı; ama çokça aydınlanmayı da beraberinde getirdi, bu konuda olduğu gibi.

Hayır diyebilmeyi öğrendim mi? Kesinlikle evet! Ama her zaman bunu uygulayabiliyor muyum? Elbette hayır. Zaten, bu mümkün de değil. Yani tamamen her şeye katılaşıp “hayır” diyerek, hiçbir şeyle temas etmeden yaşayamayız. Çünkü sosyal varlıklarız ve her şeyi kestirip attığımıda da yalnızlıkla mücadele etmek zorunda kalıyoruz.

Hayır diyebilmekle ilgili en önemli sorunlardan biri de bu: Her şeyi gözü kara bir tavırla reddetmek zorundayız, sanıyoruz. Ama sorun, karşılaştığımız şeye vermemiz gereken tepkinin “evet” mi yoksa “hayır” olacağını ezbere yaşarken fark edemiyor olmak.


📌Ben de “hayır” demekte zorlandığım için, hayatımda nelerin benim için “evet” olduğuna odaklanıp başlamıştım bu yola. Sonra belirli alışkanlıklarımı değiştirip, hayatıma bilinçli şekilde dahil etmek istediklerimi evet, deyip seçtiğimde zaten hayır’lar azalmaya başladı. Dolayısıyla buna ayıracak stres yükü de öyle. Ama hayat devam ettikçe buna maruz kalmaya da devam ediyoruz. O yüzden ölçüyü kurmak ve korumak lazım. Yani dengeli durabilmek gerekiyor. Ve evet, malesef gerçeklik bu: Her seferinde dengeyi yeniden yaratmamız gerekiyor.


👉🏻Benim için son zamanlarda “hayır diyebilmek” konusu, genellikle aklıma gelen fikirleri sıraya koymak, hangi kitabı okumayı önceliklendireceğime karar vermek -mesela, rafta elime alıp okumamı bekleyenler yerine instagram’da gördüğüm o yeni kitaba hayır deyip dememek 🤓  ya da bana sorulan her soruya cevap vermeye çalışmakla ilgili bir zorlantı.

Böyle anlar geldiğinde eğer hiç hayır diyesim yoksa “şu anda benim için “evet bu”, ona da sıra gelirse bakarız, her şeyi aynı anda yapamazsın” diyorum kendi kendime. Bunu terkarladıkça gerçekten alışkanlık haline gelmeye başlıyor ve öğreniyoruz.

O yüzden denemeye devam 🤝🏼


Giderken size “Olan Biteni Kaçırma Keyfi”nden bir alıntı bırakayım:


📌 Svend Brinkmann, Olan Biteni Kaçırma Keyfi:


”Bir şey görebilmek için, pek çok şeyden mahrum kalmayı, pek çok şeyi kaçırmayı tercih etmemiz gerekir. Hayat, dünyayı incelediğimiz ve öğrendiğimiz bir bilimsel araştırma projesi olarak kabul edilebileceği gibi, bir sanat projesi olarak da kabul edilebilir. …Foucault, buna “varoluş estetiği” adını vermiştir. Bununla kastettiği, eski felsefi bir kavram olarak, gerçek, güzel ve iyi üçlemesini temsil eden “yaşam sanatı”nı geri getirmektir.”



İlgili olabilecek diğer içerikler:

Podcast:


Diğer bloglar:

İstek değil ihtiyaç (mı?)

Her yolu denedin ama hala mutlu olamadın mı?

Küçükken uslu bir çocuk muydunuz?



bottom of page